25 Haziran 1978 Pazar günü; O gün başbakan Bülent Ecevit Rusya gezisinden dönmüş, Dünya Kupası finalinde Arjantin Hollanda’yı uzatmada 3-1 yenmiş, bir de ben doğmuşum…
Sene büyük ihtimalle 1982, yaşım 4, hayata dair hatırladığım ilk an Arnavutköy anaokulu… Anaokulda, öğlen uykusu için yattığım ranzanın üst katından dışarıya bakıyorum, gördüğüm bir tarla, tarlanın üstünde eski bir wosvagen. Sanırım düşünüyorum, muhtemelen korkuyorum. (1)
Yazın Bursa’da Emin dedemlerdeyim, evin salonunda yerde yatan kurt postundan çok korkuyorum, evin uzun bir koridoru var bir de evin karşısında şelale var, onu izliyorum sık sık.
Sonra siyah önlük ve Bebek Tevfik Fikret İlkokulu, ilk gün çok ağlamam, okulun arkasında yer alan koru alana gitmememiz, gidersek testereli katilin çocukları kestiği. Korkuyorum çok.
Çocukken hep korkuyorum, bu korkular belki karakterime yön veriyor, temkinliyimdir hep…
Yaşım 7, annem babam o zaman ayrı değiller, beni basketbola götürüyorlar. İTÜ Spor Kulübü, Gümüşsuyu spor salonu, çok önemli bir an benim için. Bkz: (2)
Ortaokul, Ortaköy Gaziosmanpaşa Ortaokulu, dünyanın en güzel okul yeri ve binaları arasına girer. Yaktılar sonra, otopark mafyasımıymış neymiş, kaldı yıllarca öyle… Rezillik, büyük utanç… İTÜ’de basketbola devam ediyorum.
Yaz aylarında basketbol antrenmanları izin verdiği sürece Kuşadası’ndayım. İlk heyecanlar, ilk akşam izin almaları, akşam dışarda takılmalar, yazları bir araya gelen arkadaş grupları. Güzel yaz günleri geçiriyorum. ( 3 )
Lise, Yeni Levent Lisesi. Kredili sistem geldi diyorlar, artık sınıfta kalma yokmuş diyorlar, ilk sene odağım hep okul dışı, sonra sınıfta kalmıyorum ama okulum bir sene uzuyor 😊 ( 4 )
14 – 20 yaş arası biraz karışık. Beyoğlu’nda Kemancı, Roxy, Mojo, Pendor, 45’lik, Ortaköy’de Flatline, Harbiye’de Captain Hook, Arnavutköy’de Cousins, Levent'de Megahit’in, değişik dönemlerde müdavimiyim… 18 öncesi bir şekilde, 18 sonrası rahatça giriyorum hepsine. Karakterime çok ters ortamlara da takılıyorum. Bir gece Arto’yu izliyorum, bir başka gece Tarabya’da İbrahim Erkal’ı, bir başka gece Pasha’da takılıyorum. Çok farklı kafada arkadaş gruplarım oluyor, bir orada bir burada, kafam hep karışık…
Basketbol devam ediyor İTÜ’de, fena da değilim ama sporcu olmanın yolu Kemancıdan geçmiyor… Mental bir güç yok yakınımda, hiç yok, şansa yaşıyorum… Şanslı olmayan bazı arkadaşlarımı kaybediyorum o yaşlarda, çok üzülüyorum, unutmuyorum.
Bir ara, basketbola dönüyorum “mental” olarak, İTÜ’deyim hala, genç takımdayım, yaşım 17, o sene 1977’lerin senesi. Çok iddialı bir takım, daha da motive oluyorum. Hayatımın merkezine basketbolu alıyorum. Her gün çift antrenman… Sonra diyor ki koç seni Mavi Jeans Ortaköy’e 1 seneliğine gönderiyoruz. Oraya gidiyorum, gün aşırı tek antrenman, o da Ortaköy’de açık bir sahada. Yıkılıyorum, bitiyorum, soğuyorum. Akıl veren kimse yok. Bu çok derin bir yara benim hayatımda, o zamanlar anlayamıyorum. Biri çıksa dese ki, bunu avantaja çevir, profesyonellik yolu buradan daha kolay, siktir et! sen çalışmaya devam et… Kimse demiyor, ben düşünemiyorum, duygusal bakıyorum, bırakıyorum kendimi…
Bebek’te mahalle tayfası, mahalle tayfasının yan tayfaları, Captain Hook tayfası, Lise tayfası, Pendor tayfası… Öyle takılıyorum bir sürü insanla… Çok eğleniyoruz, birtakım fırlamalıklar filan, Bodrum'dayız bazen, komik anılar hep… Vücuda beyin hakim değil, bir organ ön plana çıkıyor, darbe yapıyor hepimizin vücudunda. Çok fazla kişi tanıyorum o yıllarda, şu an çok azı ile görüşüyorum. Çok fazla görüşmesek de bağlantımızı hiç bitirmiyoruz diğer çok azıyla. Kopmuyoruz, kopmayız da.
1998; kendi kendime karar veriyorum. İstanbul dışında Üniversiteye gideceğim, İstanbul sonum olacak yoksa. Üniversite sınavına yakın, sabaha karşı NBA finalini izliyorum, maça kadarda Pearl Jam dinleyrek ders çalışıyorum. Jordan'ın hırsı ve Eddie Vedder'ın sesinden alıyorum gazı ( 5 ) Uyuyorum, kalkıyorum, çalışıyorum. Sonuç, Hacettepe, hala inanamıyorum…
Üniversite yılları… Ankara, Hacettepe Üniversitesi, Beytepe… Çok ciltli ansiklopedi, nasıl anlatayım birkaç cümleyle… Çok çok güzel günlerdi, güzel dostluklar, devam eden dostluklar… Söyleyeceklerim bu kadar.
Üniversite sonrası askere gidiyorum. Aydın’da, Jandarma çavuş, 6 ay yapıyorum.
Dönüyorum, çalışmaya başlıyorum, aşık oluyorum, seviyorum, seviliyorum, öyle böyle şöyle derken evleniyoruz. Sonra bir de evladımız oluyor. Yaşayıp yaşayacağım en muhteşem tarif edilmez duygu. Duyu organlarım kendinden geçiyor onunla temas ederken, gurur duyuyorum.
İş hayatım başka bir tarafa yöneliyor tesadüfi… Üniversitede gençlerleyim hep. İş tarafından torpilliyim, hep genç kalma, genç düşünme zorunluluğum var, sürekli yeni etkinlik, iş, girişimlerle yaşıyorum. Hiç şikayetçi değilim. Çoğu zaman mutluluk, bazen yoğun stres… Bir de kafamda bitmeyen yeni projeler. Bazen başarı, bazen başarısızlık. Hayat gibi bir işe sahibim. Fayda sağladıkça ve gençlerle iletişimde oldukça çok mutluyum.
Spor hayatımın her zaman merkezi oldu. Spor yapmak ve spor yönetmek. İnsan gerçekten sevdiği işi yapınca ve değer gördüğünü hissedince herşey farklı oluyor.
......................................................................................................
Hayatım boyunca hiçbir akım hiçbir “izm”e yakın olmadım, ilgi duydum, araştırdım ama kendimi bulamadım. Herkes için eşit adaletli olan, bilimin ve ilimin gücüne inanan, doğayı bir ağaç bile kesmeyecek kadar seven, çok cami değil çok okul yapan, eğitim devrimi başlatan, sanata değer veren ve teşvik eden, laik olan, para için değil halkı için çalışan olur da bir gün ömrü hayatımda görürsem onunlayım. Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundayım. Gençlik yıllarımda da böyle düşünüyordum, bugünde…
Ama bir değişiklik oldu…
20'li yaşlarımın başında, bir gece, kim bilir hangi ortamdan dönüyorum, eve gelmeden bir refleksle Arnavutköy’de iniyorum taksiden sabaha karşı, oturuyorum Akıntıburnu’nda, izliyorum muhteşem İstanbul Boğazını, sabah ezanı başlıyor, çok etkiliyor beni, ağlıyorum. Okumaya karar veriyorum Kuran’ı. Okuyorum, ilk okuyuşumda çok etkili olmuyor, bitiremiyorum hatta ama kalbime düşüyor işte… Üniversitede tekrar başlıyorum okumaya, sonra bir daha okuyorum, hala okuyorum, Kuran’ı çalışıyorum. Anladıkça daha fazla merak, inanç, korku ve sevgiyle yaşıyorum. Kuran’da yer alan dinin bilinmemesine, kendine Müslüman diyen dinci, yobaz ve cahillerin sözlerinin din zannedilmesine çok üzülüyorum.
......................................................................................................
Hatalar yaptım, yanlışlar yaptım, yapıyorum… Af diledim, diliyorum…
Nefsime karşı bir savaş açtım, bundan zaman zaman zevk alıyorum, zaman zaman korkuyorum, ama galip gelmeyi umuyorum…
Vicdansızdan ve zalimden hep nefret ettim, ediyorum…
Adalet için mücadele edenlere, bu gücü kendinde bulanlara, cesaretlerine çok büyük saygı duyuyorum…
Doğanın zarar görmemesi için mücadele edenlere çok büyük saygı duyuyorum.
2020 Haziran ayından beri kırmızı, beyaz ve balık eti yemiyorum, size de öneriyorum.
Beynimde bitmeyen yeni proje fikirleri ile boğuşuyorum.
Çok şey yapmak isterken çoğu zaman hiçbir şey yapamıyorum.
Bir şeyler yapmaya çalıştığım için başarısız oluyorum, başarısız olmaya devam etmek istiyorum.
Hareket etmenin gücüne inanıyorum.
Gezmeyi ve okumayı çok seviyorum.
Çok okuyan ya da gezen değil, okuduğu yerleri gezenlerin daha keyifli olduğunu düşünüyorum.
Çok safım, hep öyleydim, çoğu zaman kandırılırım… Sahte gülücüklere, güzel sözlere kanarım. Kandıran yakınımsa, çok üzülürüm. Hiç ders almam.
Doğanın içindeyken mutluluktan uçuyorum. Bir ağaca sarılmayı, ormanın renklerini görmeyi, toprağa basmayı, denizi ve rüzgarı hissetmeyi trilyonlara değişmem…
......................................................................................................
Böyle bir varlığım ben…
Her insan gibi karışık,
zaman gibi sürekli,
nefes gibi sonu olan…
Taylan Dündar.
Mayıs, 2021.
1 - Yaş 30
2 - İTÜ Basketbol
4 - Lise